Uykusuz geceler kolektif bir acı olabilir miydi?

Uykusuz geceler kolektif bir acı olabilir miydi?

Sabah ışığını görmeden kendini bırakmayan, kapatamayan zihinler, uzanırken cenin pozisyonunda olmak, yatılan yerden yaşam üçgeni hesaplamalarının içinden çıkamayarak sessizce ‘‘umarım bina sağlamdır’’ cümlesini geçirerek tavana bakmak, deprem anında olur da uzağa düşer düşüncesiyle telefonu hiç olmadığı kadar el uyuşana dek sımsıkı tutmak… Hepsi iki hafta içinde bir çatı altında ortak dertlerimiz oldu. Hepimizi içine alan, bir araya getiren korkunç gecelerimiz ve uyunmayan uykularımızın sıçramalarıyla geçen günlerin ardından kalbimi Güneydoğu ve Akdeniz’in içinden çıkaramadığımı fark ettim.

Anne eşrafının Hatay ve Halep’e uzandığı birisi olarak Antakya ve Hatay’ı bir kez olsun görememenin üzüntüsüyle boğuşuyorum bugünlerde. Ukte kalan kişisel bir duygu, ölümlerle kendisini sadece acıya bırakıyor. Yalnız Hatay değil, sanki on ilin her semtini, her meydanını, her dükkanını ezberlemiş, her sokağını biliyormuş hissediyorum. Mahallele ismi, apartman numarası, sitelerin isimleri, kaç katlı oldukları ve çok acı ve çaresiz hissettirse de kimlerin hangi katta yaşadıkları…

Hepsi sıradan bir kelimeyken sonsuza dek yer edecek halde kaldı beynimizde, fakat çok acı veren bir bölgesinde. Bürokrasinin, politikanın, savaşların, sınır ve göç sorunlarının yarattığı hengamenin tuzakları içinde uzakta olanın kalpten de uzak olduğu algısı nasıl da yerleştirilmiş belleğimize, nasıl da uzaktaysa ‘‘ayrı, farklı, başka, uyumsuz’’ sıfatlarıyla yalnız bırakılmış insanlar kendine benzeyenlerden, birlik olmak ihtiyacı duyduklarından ve şehirlerinden.

Günlerdir Arsuz’un kıyısındaki küçük yalılara bakıyorum, Samandağ’dan denizi izliyorum, İskenderun’un tarihi sokaklarını dolaştıkça hayran oluyorum. Her şey halâ yerli yerindeymiş, efsunlu bir şehir yerin altına inmemiş gibi aplikasyon haritalardan varış süresine bakıyorum, yol güzergahı alıyorum, planlamalar yapıyorum. Masalarda bir kez de olsa havada uçuşan ‘‘Güneydoğu’ya mı gitsek?’’ sohbetlerinin sonucunda fiziken gidemeden ruhlarımızı, kalbimizi, gözyaşlarımızı götürmenin acısını taşıyorum.

Bedenen gidemeden geri dönememek nasıl olur?

Tam da böyle oluyormuş…

 ‘‘Gel bu şehrin havası böyle kalsın…’’

Şahsi meselemiz Hatay…

Yok olan bir şehir tekrar yok edilebilir mi?

Tüm bunlar olurken insanların acısını yaşayamadan çok endişe duydukları bir konu günyüzüne çıktı; arazi satışlarıyla demografik yapının bozulması ve şehri tek tipleştirerek, yörenin imalatlarından uzak yapılarla inşa edilmesiyle Hatay ve Antakya’nın tarihinin, havasının yok olması. Hepimizi kaygılandıran, öfkelendiren ve yıllarca takipçisi olacağımız bir hale büründürdü bu durum.

Şehri terk eden, hasarlı evlerinden ayrılan çok insan olsa da çoğu temel ihtiyaçlarını karşılayıp acılarını bir nebze azalttığı gibi şehirlerine, memleketlerine dönme isteği içinde.

Şehri kaybetmemek için şehre dönmek gerektiğini düşünerek, kalacak bir çatı ve dört duvarları olduğu gibi çalışıp üretmeye, şehri aynı ruhla kalkındarmaya hazır bir halkın olduğu bir gerçek.

Şarkıda söylendiği gibi;

‘’Gel biz şehrin havasına hiç uymayalım
Birbirimize verdiğimiz sözlerin hepsini tutalım
Bir de şehirli türkü tutturup karşılıklı seninle
Şehre inat dert üstüne dert koymayalım, ayrılmayalım’’

Şahsi meselelerin, şahsi ve maddi kaygılara dönüşmemesi umuduyla…

Aslı Coşar

Diğer Haberler ⤵
Yorum Bırakın
mersin escort